“Burak B. Cinayetini Aydınlatma İnisiyatifi”nce kaleme alınan bu makale “Schattenbericht-Berliner Zustände 2012″ adlı dergide yayınlanmış ve Özge Pınar Sarp tarafından Almanca aslından Türkçe’ye çevrilmiştir.
Gecenin bir yarısı, sokak ortasında vuruldu. Beş arkadaş kendi aralarında konuşuyor, gülüyor ve eğleniyorlardı. Sonra birdenbire katil onlara doğru yaklaşır, silahını doğrultur, hedef alır, tetiğe basar. Burak: Kurşun akciğerini delip geçer ve ölür. (Bianca, Burak’ın arkadaşının annesi)
Yirmi iki yaşındayken öldürülen Burak’ın, cinayetinin üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti. Burak, 4 Nisan 2012’yi 5 Nisan’a bağlayan gece, Neukölln Hastanesi’nin karşısında kimliği belirsiz bir kişi tarafından vuruldu. Katil, gençlere yaklaştığında, Burak arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Katil, beklenmedik bir anda grubun üzerine ateş açtı. Burak vurularak hayatını kaybederken, arkadaşları Alex A. ve Jamal A. ağır yaralı olarak kurtuldular. Katil, bugüne kadar halen bulunamadı. Saldırıdan sağ kurtulan iki arkadaş, katili erkek, 40 ila 60 yaşları arasında ve “beyaz” olarak tanımladılar. Yaklaşık 1,80 cm boyunda olan ve kapüşonlu bir kazak giyen katil, yürüyerek olay yerinden uzaklaşmıştı. Sokak ortasında bir hesaplaşmayı anımsatan bu cinayet, kurbanların akrabaları, arkadaşları ve tanıdıkları tarafından büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. Çünkü, katil hala serbestçe aramızda dolaşıyor ve silahıyla her an yeni bir suç işleyebilir. Kimse, onun bir sonraki adımının ne olacağını bilmiyor. Ayrıca, polisi olayı tüm yönleriyle araştırmaya iten, katilin örgütlü bir Neonazi mi, sıradan bir ırkçı mı ya da “sıradan bir suçlu” mu olduğu sorularından bağımsız, Burak’ı ve arkadaşlarını öldürme teşebbüsü, Neukölln’ün sokaklarında, özellikle gençler arasında ciddi bir güvensizliğe neden olmuştur. Pek çok insan şimdi şu soruyu kendine soruyor: eğer bu saldırı, göçmen kökenli olan bu gençlere yönelik olmasaydı, polis nasıl hareket ederdi?
Irkçılık yeniden bir motif mi?
Kurban ve katil arasında hiçbir bağlantı olmaması ve de Burak ve arkadaşlarının ırkçı saldırganlarca “düşman” olarak görülmesi sebebiyle, ırkçılığın bu olayda da ana motif olabileceği yönündeki endişeler büyüktür. Bu arada, olaydan birkaç ay önce Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün dokuz ırkçı cinayeti de tesadüfen ortaya çıkmıştı.
Tüm bunlar, Burak cinayeti ve Alex ve Jamal’ı öldürme girişimi için bir örnek teşkil etmiş ya da bu cinayetlerin bir devamı niteliğinde olabilir miydi? NSU failleri de, Neukölln’de olduğu gibi, Neonazilerin “homojen beyaz ırk topluluğu” anlayışına aykırı olan ve onları tanımayan insanları vurmuşlardı. Enver Şimşek, Abdurrahim Özüdoğru, Süleyman Taşköprü, Habil Kılıç, Mehmet Turgut, İsmail Yaşar, Theodoros Boulgarides, Mehmet Kubaşık, Halil Yozgat cinayetlerinde, olayın asıl failleri ile onların ırkçı motiflerini bugün biliyoruz. Ancak bu cinayetlerin aydınlatılması, polisin başarıyla yürüttüğü bir kovuşturmanın sonucu olarak asla görülemez: Çünkü, seri cinayetlerde kullanılan silah bir tesadüf eseri, Nazi teröristleri olan Böhnhardt ve Mundlos’un cesetleriyle birlikte bulunmuştu. Irkçı bir zeminde yürütülen polis soruşturmaları, sadece uyuşturucu ticaretine bulaşmış olmakla suçlanan kurbanlara ve ailelerine yönelmişti. Kurbanların aileleri, cinayetlerin sebebinin ırkçılık haricinde bir şey olamayacağını düşündüklerini sürekli olarak söylemelerine rağmen, olayların arkasında Neonazilerin olacağı ihtimali hiçbir zaman ciddi olarak göz önüne alınmadı.
Burak davasındaysa şüpheler, sadece Burak’ın kendisine ve onun çevresinin üzerine çekildi. Polis, “ne olaya karışan tarafların yaşadıkları çevrede ne de o gece kendisinin olayı açıklayan herhangi bir tartışma yaşamadığını” hızla duyurdu. Olayın “tüm yönleriyle” araştırıldığı ısrarla vurgulansa da, cinayetin ırkçı sebeplerle işlenmediği de halen söylenemiyor.
Olayın Berlin Neonazi kadroları ile ilişkisi
Burak cinayetinin tarihine baktığımızda, bunun bir Neonazi cinayetine denk düşebileceğini düşünebiliriz: Nazi saldırılarının özellikle nasyonel sosyalizm ya da aşırı sağ hareketin geçmişiyle ilintili tarihler üzerinde, örneğin antisemitik Kasım Katliamı’nın yıldönümü, çoğaldığı bilinmektedir. Burak cinayeti de böyle bir tarihe denk düşmektedir: 4 Nisan 1992′de Gerhard Kaindl, bir Neonazi örgütü olan “Halk ve Vatan için Alman Ligi”nin (“Deutschen Liga für Volk und Heimat”) yetkilisi, Neukölln’de antifaşistlerle aralarında çıkan bir çatışma sonucunda hayatını kaybetmişti. Kaindl, Neonazi çevrelerince şehit olarak anılmaktadır. O’nun 20. ölüm yıldönümü, çeşitli sağ yayınlarda ele alınmıştır. Hatta bunun için, bir internet forum sitesinde Kaindl’in intikamını almak için çağrıda bulunulmuştur.
Bu bağlamda değerlendirilebilecek olan önemli bir oluşum da “Yeni Düzen” (“Neue Ordnung”)’dir. 2012 yılının Mart ayında, “Yeni Düzen”in aşırı sağcı bir uzman kadrosu olan eski paralı asker Jörg Lange ölü bulundu. Olayla ilgili soruşturmayı yürütenler, onunla birlikte ele geçirilen silahların hiçbirine ait olmayan kurşun buldular. Bu sebeple “silahlı bir grup kurmak”tan “Yeni Düzen” çevresindeki Neonazilere karşı soruşturma açılmıştı. Sanıklardan biri de, Berlinli Jan G.’dir. Bu kişi, tıpkı ölen Lange gibi, terörist “Nasyonal Komandolar” (“Nationaler Einsatzkommandos”) örgütünün kuruluşunun propagandasını yapmış “Nasyonal Cephe” (“Nationalistischen Front”)’nin eski militanıdır. Tüm bu ilişkiler dikkate alındığında, polisin Burak cinayetini bu bağlamda inceleyip incelemediğini bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var ki, Burak’ın öldürüldüğü gece tanınmış Neonaziler Neukölln’ün güneyindeki sokaklardaydı. 4 Nisan’da Gropiusstadt’ta antifaşist bir toplantı düzenlenmişti. Katılımcılar, tanınmış Neonazilerin toplantının yapılacağı yerin çevresinde görüldüğünü haber verdiler. Neukölln, Berlin’de Neonazi saldırılarının en çok yaşandığı yerdir. Özellikle semtin güneyinde sürekli saldırılar gerçekleşmektedir. Göçmen ailelerin evlerine ve Rudow’daki Anton-Schmaus-Haus’a (“Die Falken” adlı Almanya sosyalist gençlik örgütüne aittir.) yapılan kundaklamalar ile Hufeisensiedlung’da NPD propanda materyallerini kabul etmeyen bir aileye karşı sürekli tekrarlanan saldırılar konuya dair üzücü örneklerdendir.
2013 yılının Şubat ayında, ZDF televizyon kanalının “Dosya Numarası XY” adlı programında Burak cinayetine dair bir haber çıkması üzerine, yakın zamana kadar olay yerinin hemen yakınında yaşamış olan Neuköllnlü bir Neonazi kadın, cinayeti yüceltip kurbanı küçük düşürdü. Cinayetten kısa bir süre sonra, bu haber Müslüman karşıtı-ırkçı blog yazarı çevrelerince de aşağılandı ve nefret dolu yorumlara maruz kaldı. Burak’ın ailesi ve yas tutanlar, fail-kurban rollerinin alçakça saptırılmasıyla tehdit olarak lanse edildiler. “P.I. News” (Politically Incorrect-P.I. Almanya’da İslam düşmanlığı yapanların en önemli internet platformu) adlı kışkırtıcı blog, günlük 97 bine kadar olan tıklanma sayısı ile beklendiği üzere ırkçı fantezilerini yaymaktadır. Burada, Burak’ın katiline karşı ve zorba “Müslüman Araplar ve Lübnanlılar”ın oluşturduğu genel bir tehdide karşı “linç adaleti” palavrasını atıp tutuyorlar. Bu tür tahrikler düzenli olarak şiddet eylemlerine dönüşmektedir. Bu nedenle, Neukölln Şehitlik Camisi birçok kundaklamaya hedef olmuştur.
Polis ne yapıyor?
Burak davası üzerine Zeit gazetesinde çıkan bir makalede, kriminal polis “NSU çevresindeki olaylar bize duyarlılık kazandırmıştır.” şeklinde bir açıklama yapıyor ve ekliyor: “Böyle düşünmek için ortada ‘hiçbir ipucu’ olmamasına rağmen, cinayetin aşırı sağcı bir motifle işlenmiş olabileceği hususu üzerine düşünülmektedir.” Ancak bununla ne demek istendiği tam açık değil. NSU cinayet serisi bize, Almanya’da itiraf mektubu veya benzeri şekilde bir kanıt gerektirmeyen ırkçı bir terör biçiminin olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Polisin, yukarıda belirtilen bağlamda soruşturma yürütmek için şimdiye kadar ne yaptığını veya neyi yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Her iki durumda da değişmeyen bir şey var ki; o da, saldırı sonrası hayatta kalanların yani olayın doğrudan tanıklarının olayla ilgili sadece bir kez ifadelerinin alınmış olduğu gerçeğidir. Bu da, cinayetten hemen sonra, gençler hala olayın yarattığı şokun etkisi altındayken gerçekleşmiştir. Ayrıca katilin teşhis edilebilmesi için, ne o civarda aktif olan ne de ortadan kaybolmuş Neonazilerin ya da NSU’nun duyulmasının ardından oluşturulan Nazi terör listesine kayıtlı başka kişilerin fotoğrafları onlara hiçbir zaman gösterilmemiştir. Cinayet masası, “bölgede aşırı sağcı eylemleriyle dikkatleri çeken erkeklerin olayla ilgilerinin olup olmadığının incelendiğini” bildirdi. Ancak biz, bu ifadenin tam olarak ne anlama geldiğini ve Neonazilerin polis sorgusundan geçirilip geçirilmediğini bilmiyoruz. Kaldı ki, ülke çapında da soruşturulacak gibi görünmüyor; ancak, aslında NSU cinayetlerinden çıkarmamız gereken sonucun bu olması gerekirdi. Soruşturma makamlarının kendi çaresizliği, “Dosya Numarası XY” adlı televizyon programının olası tanıkları aramak için gösterdiği çaba ile ortaya çıkmaktadır. Ama görünüşe göre, bu çaba da elle tutulur bir ipucuna götürmedi.
Beyaz-Alman antifaşist sol grupların NSU cinayetlerinden öğrenemediği nedir?
Burak ve arkadaşlarını öldürme girişiminden birkaç ay önce, ağırlıklı olarak beyaz Alman antifaşist gruplar ve inisiyatifler, dokuz ırkçı NSU cinayetinin tesadüfen aydınlanmasına hazırlıksız yakalandılar. NSU’nun ortaya çıkmasından önce, antifaşist gruplar da Zwickau’dan kendi izlerinini kaybettiren Naziler ile daha öncesinde işlenen 10 cinayet arasında bir bağlantı kuramamamışlardı. Buna karşın, mağdurlar ve onların arkadaşları defalarca cinayetlerin ırkçı gruplar tarafından işlenmiş olabileceği üzerinde durdular. 2006 yılının Haziran ayında, “10. Kurban Olmasın!” sloganı altında Kassel’de gerçekleştirilen bir yürüyüşte bu şüphelerini dile getirdiler. Ancak antifaşist gruplar, kurbanların yakınları ile herhangi bir destek ve dayanışma içerisinde olmadılar.
Burak cinayetinden sonra yaşananlar da bundan farklı değildi. Olaydan hemen sonraki haftalarda Burak, Jamal ve Alex’in yakınları, töleranssızlık ve şiddete karşı medyaya da yansıyan bir yürüyüş düzenlediler. Ancak bu yürüyüş her anlamda “eksik” kaldı: Her şeyden önce, bu yürüyüşe gençlerin yakınları ve arkadaşları katıldı. Göçmen kökenli olmayan çok az insan göze çarptı; antifaşist ve antiırkçı çevrelerden kayda değer bir tepki çıkmadı. Burak’ın defnedilmesinde de aynı durum yaşandı: Cenaze törenine 2000 kişi katıldı ve bunların çoğunluğunu göçmen toplulukların oluşturduğu açık ve net olarak görülüyordu.
Antifaşist politikanın bu başarısızlığı, Alman solunun kendi içindeki bölünmüşlüğünün bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Almanya’daki antifaşist gruplarsa genelde Brandenburglu bir futbol kulübü kadar beyazlar ve mağdurlarla ittifak yapıp korunma mekanizmaları oluşturmak yerine, daha çok sivil toplum örgütlerinin içindeki önemli aktörler olarak politik alanda var olmaya çalışıyorlar. Oysaki NSU örgütünün oluşturduğu tehdidin, politik bir zihniyet değişikliğinin hareket noktası olması gerekmez mi? Yüzden fazla insanın içinde yer aldığı geniş bir destekçi ağının nasıl hareket ettiği ve nasıl bir rol oynadığı halen belli değil. Ayrıca devletin kurumlarında, gizli servis ve polis birimlerinde, NSU örgütünün seri cinayetlerini mümkün hale getiren neden bu kadar çok hata yapıldığı da henüz açıklığa kavuşmadı. Dahası, NSU gizli örgütünün başka hücrelerinin olup olmadığını, ortadan kaybolmuş 200’den fazla bilinen Neonazinin hangi tehditleri oluşturduğunu veya NSU’nun eylemlerinin propaganda etkisi yaparak kendisinden sonradan gelebilecek eylemler üzerinde hangi etkilere sahip olacağını da bilmiyoruz.
Burak B. cinayetini aydınlatma inisiyatifinin kuruluşu
Cinayet işlemekten çekinmeyen Neonazilerin şiddet listesinin ve NSU örgütünün varlığının bilincinde olmak, Burak ve arkadaşlarını öldürme girişimini, Neonazilerin ırkçı dünya görüşüne uymayan herkesin bir tehdit olarak anlayacağı bir senaryoyu da ortaya koymaktadır. Ten rengi, dil, cinsiyet, politik görüş, arkadaş çevresi ve bunun gibi şeyler Neonazilerin ırkçı saldırılarının nedenleri olmalı. Almanya’da mevcut toplumsal ortam ise, NSU cinayetlerinin sadece ırkçı cinayetlerin profesyonelleşmesi anlamına geldiği yönündeki şaşırtıcı bir olağanlık ile kendini göstermektedir. Ancak biz şu soruları kendimize soruyoruz: NSU örgütüne karşı yürütülen soruşturmalar çerçevesinde, soruşturmayı yapan kurumlar ve devletin organları kendi başarısızlıklarından hangi dersleri çıkarttılar? Olayın Neonazi çevrelerince gerçekleştirilen bir cinayet girişimi olup olmadığı gün yüzüne çıkana kadar, soruşturmaların öncelikli olarak bu yönlü yütürülmesi gerekmez miydi?
Burak’ı kim öldürdü? Bizi birbirimizle buluşturan soru bu. Bu soru, bilinçli bir şekilde cevapsız bırakıldı; çünkü, biz biliyoruz ki elimizde kanıt yok. Burak’ın ailesi ve arkadaşları bizimle bir araya gelene kadar -ve böylece inisiyatifin bir parçası oldular-hiçbirimiz Burak’ı kişisel olarak tanımıyorduk. Bizi harekete geçiren güç, her şeyden önce kişisel bir kaybın yanı sıra; özellikle, öldürme girişimi sonrasında hayatta kalan gençlerin bir televizyona verdikleri röportajda söyledikleriydi: “Ne zaman arkadaşlarımla dışarı çıksam, gözümün önüne sürekli aynı resim geliyor: sanki biri bize veya başkalarına doğru silahını çekecekmiş gibi.”
Burak B. Cinayetini Aydınlatma İnisiyatifi
“Burak B. Cinayetini Aydınlatma İnisiyatifi” 2012 yılında yaz aylarının sonlarına doğru kuruldu. Amaç, Burak cinayeti için kamuoyu oluşturmaya çalışmak ve ırkçılığa olası bir suç nedeni olarak dikkatleri çekmektir. Cinayetin yıldönümü için inisiyatif, Neukölln boyunca medyada geniş bir yankı uyandıran ve 500’den fazla kişinin katıldığı bir yürüyüş düzenledi.